Dostluklar da satılık

ESKİDEN 1980lerde Turgut Özal medya alanını güçlü biçimde ticarileştirdi, özel televizyon ve radyo yayıncılığının önünü açtı

von Jürgen Gottschlich

Hürriyet Gazetesi’nde, 1980 yazında Karadeniz kıyısındaki sözde Komünist bir kasabaya dair büyük bir manşet yayınlanıyordu. Gazeteye göre Fatsa’da artık Türk bayrağı dalgalanmıyor ve onun yerine sol bir anarşi hüküm sürmekteydi. Hürriyet’in mesajı netti: Bu böyle gitmez.

Hürriyet’in manşeti, 12 Eylül 1980’deki askeri darbenin işaret fişeği oldu. Çünkü bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetiminin ciddi biçimde köşeye sıkıştırdığı Doğan Holding’in amiral gemisi, o dönemde bir nevi devlet gazetesiydi.

Ordunun etkisine rağmen 70’li yıllarda bağımsız ve eleştirel gazeteler de vardı. Onlardan biri 1979’da kurulduktan sonra taz ile iletişime geçen ilk Türkçe yayın, sol eğilimli “Demokrat“gazetesiydi. Ancak gazetelerin işbirliği kısa sürdü, zira “Demokrat“12 Eylül darbesinin ardından yasaklandı.

Darbe, uzun yıllardan beri süregelen ve ironik biçimde kendinden önceki 1960 darbesinin mümkün kıldığı basın özgürlüğüne son verdi. 1960’ta sağ bir hükümeti deviren ordu, kışlasına çekilirken, Türkiye’nin şimdiye dek gördüğü en özgürlükçü anayasayı ardında bırakmıştı. Özellikle 1980 askerin darbesinin son verdiği, 1970’lerdeki fikirsel çoğulculuk bu anayasaya dayanıyordu.

80’li yılların ortalarında başbakan Turgut Özal ile Türkiye’de yeniden bir sivil hükümet kurulması, Türk medyasının bugününü şekillendiren bir devrim başlattı. Özal, medya alanını güçlü biçimde ticarileştiren özel televizyon ve radyo yayıncılığının önünü açtı.

Ancak basın sektöründe, daha köklü bir değişim yaşadı. O zamana dek büyük gazeteler yayıncı ailelere aittiler ve onlar için öncelikli olan gazetenin kendisiydi. Artık ticaret bunun önüne geçecekti.

Özal ile birlikte port­fol­yolarında gazete ve televizyon kanalları bulunan büyük holdinglerin devri başladı. Bu andan itibaren artık Uzan ailesi, Aydın Doğan´ın holdingi ve işadamı Dinç Bilgin gibi belli başlı işverenler medya alanında söz sahibi oluyorlardı. Aydın Doğan 1979’da saygın gazetelerden “Milliyet“i satın aldı, Hürriyet ve diğerleri 90’lı yıllarda buna eklendi. Dinç Bilgin, Sabah’ı satın aldı ve Uzan ailesi gibi buna ek olarak bir de televizyon kanalı kurdu. İşletmeler medya yatırımlarıyla net bir hedefe yöneliyorlardı: Holdingin diğer firmalarına avantajlar sağlanması için yayınlarla zemin hazırlanması. Bunun anlamı öncelikli olarak, kamu ihalelerine ve düşük faizli devlet kredilerine ulaşmak için siyasal ilişkiler kurulmasıydı.

Bununla beraber çok olumlu gelişmeler de ortaya çıktı. Devlet televizyonu TRT’de asla mümkün olmayan siyasi tartışma programları televizyonlarda görülmeye başlamıştı. Reyting savaşları nedeniyle Kürt meselesi, bir anda hiç konuşulmadığı kadar açık bir dille tartışılmaya başlandı.

Toplum içerisindeki farklılıklar ilk kez televizyonda kendisine bu kadar yer buluyordu.

Gazeteciliğin sınırları, Ermeni soykırımı gibi tabuları bir kenara bırakırsak, artık devlet tarafından değil, işveren ailelerinin ekonomik çıkarlarıyla belirleniyordu.

AKP 2002’de ilk kez iktidara geldiğinde durum böyleydi. Önce AKP’nin liberal yılları geldi. Medya alanındaki özgür hava, AKP’nin 5 yıl sonra yeniden seçilmesine dek sürdü. 2007’de seçimde büyük bir zafer kazanan Erdoğan, iddiasına göre kendisini devirmek isteyen yapıların üzerine güçlü biçimde gitti. Bunların arasında Hürriyet gibi çok satan gazetelerin yanı sıra, o zamanki büyük medya holdinglerinin diğer yayınları da yer alacaktı. 14 yılın sonunda artık hükümeti eleştirebilen medyadan çok az şey arda kaldı. Medyanın neredeyse %90’ı ya doğrudan ya da dolaylı olarak hükümet tarafından kontrol ediliyor.

Jürgen Gottschlich, taz Türkiye temsilcisi