Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler: „Şahit istiyorlarsa buradayım“

Türkiye'de yaşayan 200 bin civarında Ermeni'nin 1915'ten sonra Müslümanlaştırılarak hayatlarına devam ettiği tahmin ediliyor. Diyarbakır'da yaşayan Lamia Zengin de onlardan biri.

„Benim inadım kan davası değil, ninemin başına gelenlerin torunlarımın başına gelmemesinin inadı.“ Foto: Altan Sancar

Lamia Zengin, 1915'te yaşanan Ermeni Soykırımı'nın ardından zorla Müslümanlaştırılmış bir aileden geliyor. Diyarbakır'ın Eğil ilçesinde, evlenmemiş iki çocuğuyla ile birlikte, etrafında büyük bir bahçe bulunan bir evde yaşıyor. Eğil'de özellikle Zengin'in yaşıtı olanların büyük bölümü günde beş vakit namaz kılarken o, İslamın herhangi bir gereğini yerine getirmediğini, oruç tutmadığını ve asla ibadet etmediğini anlatıyor. Bunun bir protesto olduğunu söylüyor. Zengin'e göre “Kan ile gelen inanca“ tepkisini göstermenin tek yolu bu.

Türkiye topraklarında yaşayan Ermenilerin kaderi 1915 yılının 24 Nisan’ında kanlı bir şekilde değişti. 24 Nisan tarihinde İstanbul’da evlerinden gözaltına alınan ve Ankara’ya gönderilen Ermeni aydınlardan bir daha haber alınamadı. 27 Mayıs 1915 tarihinde ise Tehcir Kanunu uygulanmaya başlandı. Ermeni kaynakların belirttiğine göre 1,5 milyon Ermeni öldü ve öldürüldü. Soykırım sonrasında hayatta kalanlardan bir kısmı kimliklerinden ve inançlarından vazgeçmek zorunda kaldı. Bazı Ermeni kadınlar ise Müslüman erkekler ile evlendirildi, isimlerini değiştirilerek Müslümanlaştırıldılar. 2007 yılında öldürülen Ermeni gazeteci Hrant Dink anısına kurulan Hrant Dink Vakfı’nın 2015 yılında hazırladığı bir kitaba göre Türkiye'de Müslümanlaştırılarak hayatlarına devam etmek zorunda bırakılan Ermeni sayısı 200 bin.

Zengin, konuşurken nadiren gülümsüyor. Uzun boylu, esmer ve zayıf bir kadın. Yüzünde ve ellerinde derin çizgiler, başındaysa beyaz bir tülbent var. Zazaca konuşuyor. Kendisi dokuz çocuk büyütmüş, 76 yaşında bir anne. Resmi kayıtlara Müslüman olarak geçen Zengin, Müslüman olmadığını söylüyor: “Beni Müslüman olduğuma ikna etmeleri için nineme özür borçlarını ödemeleri gerekir. Varsa ninemin ailesinin mezarlarını, yoksa da bilemediğim isimlerini versinler; inandıkları Allah buna ne der?“

Dipsiz kuyulardaki kemikler

Lamia Zengin’in ninesi Sara, genç yaşında Dicle’nin Til Bağdat köyünde yaşadığı soykırımdan canlı kurtulmuş. Sara daha sonra Lamia'nın dedesi Kasım ile evlenmiş. Dedesi ile nasıl karşılaştıklarını, zorla ya da isteyerek mi evlendiğini bilmediğini aktarıyor: “Sara olan ninemin ismi evlendikten sonra Rihan olmuş, sonra da Müslüman olmuş…“ 1915’te yaşananları ninesinden bizzat dinlediğini söylüyor. Ancak Sara'nın ailesine ne olduğunu asla öğrenememiş.

Ailesini kaybeden Sara, Eğil’de yaşayan Ermenilerin büyük bir bölümünün Zazaca „Hezaz“ denilen dipsiz kuyuların başında önce süngü ile öldürüldüğünü, ardından da bu kuyulara atıldığını anlatmış torununa. Eğil’in çevresinde bulunan bu kuyuların on yıl kadar önce üzerlerinin beton ile kapatıldığını anlatan Zengin, çocukluk dönemlerinde bu kuyularda kemikler gördüklerini hatırlıyor.

Zengin kimliğini hiçbir zaman gizlemediğini söylüyor. Her fırsatta torunlarına Ermeni olduğunu söylemiş, bu kimliği ile gurur duyduğunu belirtiyor. Ninesi de aynı Lamia gibiymiş. Ninesinin sert mizaçlı olduğunu ve kendilerine Ermenice öğretmeye çalıştığını söyleyen Zengin’in en büyük pişmanlığı ise çocuk yaşta ninesinden Ermenice öğrenmek yerine buna yüz çevirmiş olması. Aklında bir tek „orak“ anlamına gelen “mangağ“ kelimesi kalmış.

“Annem Ermenice bilirdi, ölmeye yakın bana ninemin haçını verdi“ diyerek çeyiz sandığında sakladığı haçı gösteriyor. Bu haçı uzun süre kendi çocuklarından gizlemiş, aynı ninesinin ve annesinin yaptığı gibi. Haçın ölene kadar ninesinin boynunda asılı durduğunu ve bir nesil sonra kendisine geçtiğini anlatıyor: “Öldüğümde ben de kızlarımdan birine vereceğim.“

„Şahit istiyorlarsa buradayım“

Türkiye’de Ermeni Soykırımı en büyük tabular arasında yer almaya devam ediyor. Dünyanın kimi ülkelerinde soykırım resmen tanınınıyor. Almanya, 2016'da Ermeni Soykırımı'nı tanıyan yasa tasarısını kabul ederken, Fransa da Şubat ayında 24 Nisan'ı “Ermeni Soykırımı'nı Anma Günü“ olarak ilan etti. Türkiye’de ise Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesine göre “Ermenilere soykırım uygulandı“ demek Türklüğe hakaret sayılıyor ve yargılama konusu haline getirilebiliyor. Zira Türkiye Cumhuriyeti resmi tarih anlatısına göre 1,5 milyon Ermeni’nin öldüğü söylemleri gerçekçi değil. Tehcir sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin coğrafi koşullar, açlık, hastalık gibi sebeplerden öldüğü varsayılıyor.

Örneğin Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Yusuf Halaçoğlu’na göre tehcire gönderilen 438 bin Ermeni'den yalnızca 56 bini hayatını kaybetmiş. Lamia Zengin buna itiraz ediyor ve ninesinin yaşadıklarının ve anlattıklarının bunun en büyük kanıtı olduğunu söylüyor: “Öldürülüp dipsiz kuyulara atılan Ermenileri ninemden dinledim, zorla Müslüman yapılan Ermenileri ise ninemin gözlerinde gördüm; şahit istiyorlarsa işte buradayım.“

Ermenistan'dan gelen akrabalar

Zengin, bir keresinde kısa süreliğine de olsa akrabalarını tanımış. Ninesinin kuzeninin Ermenistan’da yaşayan torunları yedi-sekiz yıl önce Zengin'i görmeye gelmişler. Onu Ermenistan’a davet etmişler, ancak sağlık problemi nedeniyle gidememiş. Bu durum kendisini oldukça üzmüş. Yaşı nedeniyle diğer ayrıntıları hatırlamasa da anlatırken gözleri doluyor: “Onlara sarıldığımda ninemin çocukluğuna dokunmuş gibi oldum.“

Bahar ve yaz aylarında evinin bahçesini sulamayı ve bakımını yapmayı seven Zengin, hayatının büyük bölümü bu evde geçmiş. Bahçedeki erik ağacının altında otururken Tanrı'ya inandığını söylüyor. Dini olmayan bir tanrıya: Bir tarafta resmi kayıtlarda ve toplumsal alanda sahip olduğu ve protesto ettiği kimlik olan Müslümanlık, diğer tarafta hiçbir zaman tam olarak yaşayamadığı ve öğrenemediği Hristiyanlık.

Geçmişini ve kimliğini yitiren bir ailenin çocuğu olmanın yükünü çocuklarının da taşıdığını belirten Zengin ileriye dair tek beklentisi, Türkiye’nin 1915’te yaşananları kabul etmesi. Belki de bu yüzleşmeyle birlikte kendi köklerini öğrenebileceğini umuyor:

„Ben öldüğümde çocuklarıma miras olarak inadımı bırakacağım. Benim inadım kan davası değil, ninemin başına gelenlerin torunlarımın başına gelmemesinin inadı. Benim gibi olanlar korkmasınlar, konuşsunlar. Çocuklarının hatrına doğruyu konuşsunlar, köklerini inkar etmesinler.“

Einmal zahlen
.

Fehler auf taz.de entdeckt?

Wir freuen uns über eine Mail an fehlerhinweis@taz.de!

Inhaltliches Feedback?

Gerne als Leser*innenkommentar unter dem Text auf taz.de oder über das Kontaktformular.

Das finden Sie gut? Bereits 5 Euro monatlich helfen, taz.de auch weiterhin frei zugänglich zu halten. Für alle.

Bitte registrieren Sie sich und halten Sie sich an unsere Netiquette.

Haben Sie Probleme beim Kommentieren oder Registrieren?

Dann mailen Sie uns bitte an kommune@taz.de.